Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu

27 Haziran 2016 Pazartesi

Okuma Etkinliği - Kan ve Aşk - Ön Okuma


Yepyeni bir okuma etkinliğinden herkese merhaba! Çok sevdiğim yazarlardan biri olan Işılca'nın yeni kitabını dört gözle bekliyordum. Sonra Esra, Aslı, Buse ve ben "Neden bir etkinlik yapmıyoruz ki?" dedik ve kolları sıvadık :). İndigo Kitap sponsorluğunda gerçekleşecek olan etkinliğimiz bugün itibariyle başlıyor ve 4 Temmuz günü bitiyor. Bir hafta boyunca Truro ve Bristol hanedanlıkları arasındaki çekişme ile bu çekişmeden doğan ateşli Emma ve Vincent aşkını okuyacak, konuşacak ve tartışacağız... Aşağıda bu güzel kitabın ön okumasını bulabilirsiniz. 


Yıl 1760 İngiltere güneyi...

Avrupa’nın güçlü devletleri arasında Yedi Yıl savaşları sürerken, İngiltere ve Fransa arasında devam eden sömürgecilik ve deniz üstünlüğü mücadeleleri Avrupa kıtasında yeni saflaşmalara yol açmıştı.

İngiltere’nin güneyindeki topraklar Bristol ve Truro adı altında iki hanedanlığa aitti. Bristol toprakları uzun yıllardır Edessa Lordları tarafından yönetilirken; Truro topraklarında Loren Lordları hüküm sürmekteydi. Bu iki aile, asil kanlarını savaşçı ruhlarıyla birleştirmiş, topraklarına ve İngiltere Kralına sadakatle bağlıydılar. Tabii bağlılıkları bu iki hanedanlığın birbirlerine olan düşmanlıklarını engelleyemedi.

Sebebin ne olduğu unutulmuş bir düşmanlıkla birbirlerinden nefret etmeyi sürdüren iki hanedanlık birbirleriyle olan savaşlarda bir çok insan kaybettiler. Bu duruma son vermek isteyen zamanın İngiltere Kral’ı, 1706 yılında halkın her iki taraf için de bağlayıcı şartları bulunan bir anlaşmayla Edessa ve Loren hanedanlarını ortak paydada buluşturdu. Barış anlaşması ile zamanla halk kinini unuttu,  Loren’ler Bristol topraklarına, Edessa’lar Truro topraklarına karıştı. Halk kaynaşıp, düşmanlığını unutsa da zaman soyluların kinlerini yok edemedi.




 Truro Toprakları…
Elli yaşların ortalarındaki Truro Lordu Loren demir zırhın içinde babasının mirası kılıcını savururken bir o kadar korkusuz bir o kadar cesurdu. Sağa sola salladığı kılıcını takip edercesine hareket eden atı onunla bir bütünmüş gibi hareket ediyordu. Tek eliyle tuttuğu dizginleri çekiştirip dururken atı onu yormamak adına çevik hareketleriyle sahibinin takdirine layıktı. Tabi gözünü kan bürümüş Lordun öfkesi sesine yansımış, atını düşünecek hali yoktu.
“Ben Trurolu Loren, diz çökün ve sizi affetmem için yalvarın. Bu ne cüret!” diye haykırırken kılıcını ona saldıran bir askerin boğazına sokup çıkarması bir olmuştu. Asker, Lord Loren’in kılıcıyla gelen ölümün soğuk nefesiyle yüzleşirken gözleri dehşetle açılmış bir halde yere diz çöktü ve boğazını tuttu. Nefes alamıyor ciğerleri kendi kanıyla doluyordu.
Bu sırada Lord Loren ona saldıran başka bir askere karşı kılıcını savurmaya başladığında güç ve kan, içindeki anlatılamaz barbarlığı dile getirmiş, onu daha bir kuvvetli kılıyordu. Öldürmek doğaldı, çünkü onun olanı, atalarının mirasını korumaktı. Yaşadığı onca yıl, hükmettiği topraklarda kendini, soyunu, kalesini ve halkını korumak için çok kan dökmüş ama hiç gözünü kırpmamıştı.  Ondan sonra gelecek olanlar da bu mirası korumak için savaşacaklardı.
Üst üste öldürdüğü askerler ona soğuk kanlı bir canavara dönüştüğünü hissettirmeye başladığı sırada vicdanını susturdu ve ona doğru gelen öldürücü kılıç darbelerini gayet usta bir şekilde savuşturmaya devam etti. Atın üzerinde yaşından beklenmeyen çeviklikte, hırsının verdiği güçle savaşıyordu ama ormanın derinliklerinden koşarak onlara doğru gelen askerler bitecek gibi değildi. Kendi askerleri uzun bir süredir kılıç sallıyorlardı, iç sesi dayanamayacaklarını avaz avaz bağırsa da kabullenmek istemiyordu. Göz ucuyla ölümüne ve sadakatle çarpışan adamlarına baktı. Aklı ne yapacağına karar vermek adına çareler ararken ölüm saçan zebani edasıyla bir kişiyi daha ölüme gönderdi.
O sırada ona doğru koşan başka bir düşman askeri iki eliyle tuttuğu büyük baltayı savurarak atının bacaklarını kırdığında Lord Loren’in atla birlikte yere devrilmesi bir oldu.  Lord Loren yılların deneyimiyle kendini atının altında kalmayacak şekilde yere bıraktı ve “Lanet olsun!” diye haykırırken takla atarak ayağa kalkması bir oldu. Kılıcı elinde, savaşmaya hazırdı. Tabii bu dıştan görünüşüydü, aslında yorulmuştu ve kılıç sallamaktan kasları yanıyordu. Kalleş biçimde atını yaralayan adama var gücüyle saldırdı ve onu öldürmesi uzun sürmedi.
Acı çeken atının yanına vardığında içinde yükselen acıyla baş etmeye çalışıyordu. Atının ayağa kalkmasını engelledi ve etrafında kimse yokmuş gibi atının merhametle başını okşadı. Ayağa kalktı ve “Cennette yer bul!” diyerek gözlerini kapatırken bir taraftan da kılıcının kabzasını ters tutup, sivri kısmını ata çevirdi. Kollarını iyice yukarı kaldırıp seri bir şekilde kılıcını atın kalbine sapladı. Atın seğreltileri bir süre sonra durduğunda, Lord Loren kendisine gelebilmişti. Atını kaybetmenin verdiği öfke yorulmuş bedenini güçle doldurmuştu.

Bu sırada askerlerinin çevresinde koruma çemberi oluşturmuş, yığılmaya devam eden düşman askerleri püskürtmeye devam ettiklerini fark etti.
Bulundukları ormanlık alanda iyice köşeye sıkışmışlardı ve gidecekleri yol düşmanlarının kurduğu barikatla kapatılmıştı. Bu cehennemden birileri  kurtulacaksa ve Lord son nefesini bu düşürüldüğü kalleş tuzakta verecekse onun için sadakatle savaşan şovalyelerini kurtarmalıydı. “Alaric!” diye bağırdı son sesiyle. Alaric, Lord’un sesini duyduğunda işini çabuk bitirmek ister gibi kılıcına daha bir sıkı sarıldı. Sağlı sollu ona kılıç sallayan iki adamın saldırılarına daha bir kuvvetle karşılık verirken sesin geldiği yöne bakması bir o kadar zordu. Sağındaki adam kılıcını havaya kaldırdığında bu onun için bulunmaz bir fırsat halini aldı ve kılıcını adamın zırhının örtmediği karın boşluğuna saplaması saniyeler sürdü. Düşman askeri bedenine saplanan kılıçla yere yığılırken, Alaric solunda kalan başka bir düşman askerini kılıcıyla tanıştırıyordu. Elindeki kalkanı düşmanının yüzüne vurduğunda adam sersemlemiş iki adım geri çekilirken savurduğu kılıç Alaric’in koluyla omzu arasındaki boşluğa geldiğinde acıyla inledi. Bir adım geri atıp acısını hiçe sayarak kılıcını sıkı sıkı tuttu ve bütün hırsıyla saldırdı. Sol tekmesi adamın kasıklarına gelirken Alaric adamı yere yıkmak adına çelme taktığında miğferli olan başıyla adama kafa atmayı ihmal etmedi. Bu karşısındaki adam kadar onunda sersemlemesini sağlarken adamın yere düşmesi gecikmedi ve Alaric kılıcını yerde debelenen adamın boynuna sapladığında zafer onundu.
Lordun sesinin geldiği yönü tayin etmeye çalışırken içindeki endişe gittikçe büyümüş ipinden koparılmış kuduz bir köpek gibi mahşer yerine dönen düzlükte sağa sola dönüyor Lord Loren’i görmeye çalışıyordu. Başına taktığı miğferini artık taşıyamaz hale gelmişti. Hızla miğferi çıkarıp yere fırlattı ve “Lordum!” diyerek bağırmaya başladı. Tabii bağırması düşmanlarının dikkatini çekmiş, ona daha bir kalabalık saldırmaya başlamışlardı. Önüne çıkanları geçmesi kolay olmazken Lord Loren’i gördüğünde içi rahatlamıştı.  Hızla Lord’a doğru ilerlerken ona doğru koşan üç dört askeri gördüğünde onlarla başedecek gücünün kalmadığını biliyordu. Sağa sola bakıp bir çare ararken ölü bir askere saplı bıçağı alıp, üzerine gelen adamlardan birine fırlattığında hedefini bulması zor olmadı. Bazen cesurca savaşmak yerine taktik yapmanın faydasını girdiği bir çok mücadelede görmüştü. Arkasına dönüp koşmaya başladığında amacı kaçmak değil zaman kazanmaktı. Beklediği şans karşısına Zorax olarak çıktı.
“Zorax dostum!” dedi altın bulmuş gibi. Zorax bir adama kılıcını saplamış halde dönüp ona baktı ve “Alaric sen bana ne zamandan beri dostum diyorsun?” diye alayla bağırdı. “Şu peşimdeki azmanlardan beni kurtardığından beri…” dedi ve sola kayıp Lord’un yanına gitmek için tekrar yön değiştirdi. Zorax, Alaric’i kovalayan adamların önüne dikildiğinde adamların yanında iki kişi daha belirmişti. Zorax kılıcının kabzasını iyice kavradı. Ona doğru koşan öndeki askerin kılıcından kendini koruyup kılıcını savurdu. Kış güneşinin cılız ışığına rağmen havada parlayan kılıç, keskinliğini kanıtlar gibi adamın demir zırhının koruyamadığı yerine saplandı. Diğer iki asker sağlı sollu ona saldırırken kılıcı tutan eli artık uyuşmuş bedeni yığılmamak için son çabasını sarfetmekteydi. En nihayetinde onun emrindeki askerlerden biri yardıma yetişti. Zorax’ın heybetli yapısına rağmen gücü öyle tükenmişti ki ona saldıran askerle başetmesi zor oldu. Askerin karnına sapladığı kılıcına “Şükürler olsun!” diyerek teşekkür etti.
Alaric nefes nefese Lord’un yanına ulaşmıştı. “Lordum, iyi misiniz?” diye sorabildi ama saldırılar bitecek gibi değildi. Lord Loren gelen kılıç darbelerine karşılık verirken “Alaric senden askerleri toplayıp kaleye dönmeni istiyorum. Hemen!” diye bağırdı.
“Siz Lordum?”
“Ben kendime kaçtı dedirtmem!” diye haykırdı Lord Loren.  Alaric “Sizi burada bırakamam Lordum!” diye bağırdığında sırt sırta vermiş onlara saldıranları savuşturmaya çalışıyorlardı.
Lord Loren, Alaric’e doğru dönüp “Bu bir emirdir.” diye bağırırken Alaric’in arkasından elinde mızrak, onlara doğru koşmakta olan askeri son anda fark etti. Var gücüyle Alaric’i hızla sağa doğru itip yere düşmesini sağladığında mızrak çoktan midesinin altından girip böbreklerine kadar ulaşmıştı. Lord Loren ilk anda nefes alamadı. İçine işleyen soğuk demirin ucundaki ölümle yüzleşiyordu. Alamadığı nefesi ağzından bırakıp dizlerinin üzerine çöktüğünde gözbebekleri bir daha kapanmayacak gibi açılmış, hareketleri felç olmuşçasına yavaştı.
Alaric yere düştüğü sırada elinden kayan kılıcıyla kendini çok savunmasız hissetmiş, düşürdüğü kılıcına uzanıp alırken Lord Loren’in mızraklandığını fark etmemişti. Ona doğru döndüğünde Lord Loren’i dizleri üzerine çökmüş, karnına saplanmış mızrakla, yere yığılmamak adına kılıcından destek almış halde gördü. Dünyası başına yıkılmış, kendi yara almış gibi “Hayır!” diye haykırdı. İlk iş olarak Lorduna saplanan mızrağın sahibini tek hamlede ölüme gönderdi ve yere yığılmamak için kılıcından destek alan Lordu yavaşça yere yatırdı. 
Lordun nefesleri iyice sıklaşmış ağzından kan geliyordu. Mızrağı tek hamlede Lord’tan ayırdı ve kol altlarında bulunan deri kayışları söküp demir zırhı çıkardı. Elini kanayan yaraya bastırırken “Yardım getirin” diye haykırdı. Dişleri sıkılı kelimeler kifayetsizdi. İçinden Lanet olsun! diye haykırırken “Benjamin!” diye tekrar haykırdı. Benjamin atının üzerinde onlara ulaştığında attan atlaması bir oldu ve bilinçli hareketlerle atının üzerindeki deri çantadan çıkardığı yaralılar için ayrılmış beyaz bez parçalarını Alaric’e uzattı. Alaric, eliyle bastırdığı yaradan parmaklarını çektiğinde kan oluk oluk akmaya başlamıştı. Bezleri tekrar yaraya bastırırken içinden ettiği duaların sonu yoktu.
Lord acıyla inlerken Alaric “Lordum…” dedi çaresizce. Duyguları saniyeler içinde değişim geçiriyor, şu an dünyayı yakıp yıkma arzusu tüm benliğini sarıyordu. Hüzün, kaybetme korkusu, minnet ve en çok da vicdan azabı. Lordu kendisi için ölüme gözü almıştı, onu korumak adına ölüyordu.
“Neden Lordum? Neden beni kurtardınız?” diye isyan ederken Lord Loren ağzına dolan kanı tükürüp “Beni güldürme çocuk! Yaşayacak daha çok yılın var...” dediğinde öksürmeye başlamıştı.
“Emma!... Onu koruyacaksın Alaric söz ver bana!” diye cümle kurmaya çalışırken ona doğru eğilmiş Alaric’in zırhından cılız bir güçle tutmaya çabalıyordu.
“Leydim, emin ellerde olacak bana güvenebilirsiniz.”
“Sizler çocukluğundan beri onun yanında oldunuz. Onun gibi asi, erkek kılıklı bir kızı kimse kabul etmez. Travis’e söyle onu mutlu etsin. Korusun… başka bir adam onu çok hırpalar!”
Alaric “Lordum, bu isteğinizi Travis’e siz ileteceksiniz. Dayanmalısınız.” derken boğazına takılan acıyı tarif bile edemiyordu.
“Şimdi adamlarını al ve git!” dedi Lord Loren. Huzurluydu. Ölümün yanı başında onu bekliyor olması umurunda bile değildi. Evet, zamanı dolmuştu. Güzel bir çocukluk ve eğitim dolu gençlik geçirmişti ve hayatı boyunca birçok savaş görmüştü. Erken kaybetse de, aşık olduğu kadınla evlenmişti. Ve bu kadın ona iki çocuk vermişti. Gurur duyduğu oğlu ve güzeller güzeli kızı Emma… Oğlunun geleceğini hayal edebiliyordu. Frederich doğduğundan beri iyi bir evlat, çalışkan bir öğrenci, cesur bir savaşçı, aynı zamanda adaletli bir asilzadeydi. Loren gelecekte onun iyi bir Lord olacağını biliyordu. Düşünme sırası Emma’ya geldiğinde Lord Loren yüzüne yayılan tebessümün daha mutluluk verici olduğunu biliyordu. Dermanı kalmamış, ölmek üzereydi ve o kızının geleceğini düşlemeyi bırak yarını için bile hayal kuramıyordu. İçinden onun da erkek olarak doğması gerektiğini düşünmeden edemedi.
Alaric, “Dayanın Lordum! Hep beraber eve dönüyoruz.” dedi tüm inancıyla ve bağırmaya başladı. “Zorax! Nathan!” diye haykırdı. Lord kalan gücüyle onun koluna yapıştı ve “Beni bırakın ve kaleye gidin. Kale savunmasız! Kaleyi korumalısın!...” dedi cümlesini bitiremedi. Nefes alışverişi sıklaşmış kendini kaybetmek üzereydi. Lord Loren tuttuğu Alaric’in kolunu istemsizce bıraktı ve kafasını toprağa koyup bacaklarından bedenine yavaş yavaş yayılan ölümü huzurla karşılamaya hazırlandı. Bu huzurun nedenini biliyordu. Mutlu bir yaşantısı olmuştu. Adaletle halkını yönetmiş, kimsenin hakkını yememiş, sevdiği, yıllar önce kızını doğururken ölen karısının yanına gitmeye hazırdı. Yüzüne yayılan gülümsemesi Alaric’i korkutmuştu. “Lordum…” dedi bilincini kontrol etmek için.
Lord Loren “Alaric, benim zamanım doldu, bunu kabul et ve git!” dedi kesik kesik.
Alaric’in gözleri dolmuş şu an duyduğu acıyı ifade edecek cümleleri yoktu. Şimdi Emma’ya ne diyecekti. Yola çıkarken babasına iyi bakacağına söz vermişti ama sözünü tutamamıştı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

BLOG DESIGN BY BİR OTAKUNUN DÜNYASI